31 Mart 2012 Cumartesi

BİR GEZİ YAZISI ÖRNEĞİ

Bugün 18 Mart Pazar günü ve biz ailemiz ve ev sahibimiz ile Beykoz’dayız.Bu satırları ifil ifil esen rüzgarda semaverde kömür ateşinde pişen çayımızı yudumlarken yazıyorum.Karşımızda yeşil tepelerin manzarası,solumuzda meşe odununun yanarken etrafa yaydığı o güzel koku buradaki huzuru tanımlamak için yetiyor.Burada bugün yeni bir tat keşfettim.Aslında yeni bir kurabiye desem daha doğru olur.Makinede tırtıklı şekiller verilen bu kurabiyenin şekli kadar tadı da güzel.Burayı kaleme almamı sağlayan asıl şey ise temiz havası ve sakinliği.Abidin Dino buraları gezseydi,mutluluğun resmi olarak burayı çizmeyi tercih ederdi herhalde.Her ne kadar tasvir ederek burayı anlatmaya çalışsam da gezmeden olmuyor.Birazdan etler mangala verilecek.Kardeşimin “Abla bak köpeğe.” Demesiyle sağımda birkaç metre ilerde duran beyaz-sarı-kahverengi tüylü köpeği fark ettim.Az önce parktan döndük.Parka giderken de mevlit varmış,onu öğrendik.Pilav,ayran ve tulumba tatlısı ikram ediyorlardı,şanslı günümüzdeymişiz ki biz de iki tabak kadar ikramlardan yedik.Daha sonra parka gittik ve babamlarla beraber  maç yaptık.Tabii ben daha 4. Dakikada yoruldum,oyundan çıkacaktım fakat Mehmet Abi’nin ısrarıyla birkaç dakika daha oynadım.Tabii bu süre zarfının sonunda dayanamayıp oyundan çıktım.Çıktım çıkmasına da ben oyundan çıkınca oyuncu eksikliği olduğu için onlar da ben çıktıktan beş dakika sonra sahadan ayrıldı.Bankta oturup ders çalıştım,onlar da sohbet ettiler.Ha,az kalsın unutuyordum.Bizi ağırlayan kişi Akif Amca’ydı.Sanırım –yani büyük ihtimalle- Mehmet ağabeyin ,ağabeyiydi.Daha sonra eve döndük.Buranın ayrı bir havası var,insana huzur veriyor.Aynı zamanda çok temiz.Kuşların sesi,bütün pop starların sesinden daha,daha ve daha güzel.Mutluluğun sesi onlar,huzur kaynağı.Ömrüm boyu kuşların ötüşünü dinlesem,hiç sıkılmam herhalde.Şimdilik anlatacaklarım bu kadar.Aslında ne kadar anlatsam az,fakat gezmeliyim ki yazacak malzemem olsun..

UMUT GÖZYAŞLARI

O gün içinde garip bir his vardı.Sebebini bilmiyordu ama kötü bir şeyler olacağa benziyordu.Bu düşüncelerinden arınmak için bir yürüyüşe çıkmaya ve temiz havayı solumaya karar verdi.Kırmızı hırkasını giydi,onu çok seviyordu.Babası ona on altıncı yaş gününde almıştı bu hırkayı.Eğer on yedinci yaş gününü de görebilseydi belki daha güzel hediyeler verebilirdi kızına..Aslında en büyük hediye kendisinin biricik kızının yanında olmasıydı.Ama maalesef o,bu hediyeden mahrum bırakmıştı kızını.Gözlerinden birkaç damla yaş süzüldü ve parktaki kuma karıştı.Ne çabuk gelmişti buraya!Bu konuya daha fazla aldırış etmeden gözündeki yaşları sildi..O kötü düşünceleri de silinmişti anlamlı gözyaşlarıyla..Gözüne bir bank kestirdi ve oturmaya karar verdi.Parktaki çocukları izlemek onu dünyaya en masum gözlerle baktığı zamana;yani çocukluğuna götürebilirdi.Babasız hayata tutunmayı zor da olsa öğrenmişti.Kuvvetliydi iradesi,onun arkasından ağlamak yerine dediklerini yapıp onu sonsuzluk uykusuna uzandığı yerden doğru sevindirebilirdi.O;ölmüş olsa da kalbinde yaşıyordu.Bunu biliyor ve hissediyordu..Parkta sallanan çocukların yüzünden mutluluk akıyordu adeta.Seviyordu burayı;çünkü mutluluğun en saf halini burada görebiliyordu ancak.Yalan dünyanın baskısından ancak böyle kaçabiliyordu.Derken telefonu çaldı.Arayan annesiydi.Ona eve gelmesini,akşam yemeğinin neredeyse hazır olduğunu söylemişti.Denileni yaptı ve oturduğu banktan kalktı.Tanımasa da parkta sallanan küçük manevi dostlarına “Kendinize iyi bakın.” Dedi fısıltıyla.Kaldırımda biraz yürüdükten sonra karşıya geçmek istedi;fakat nereden bilebilirdi bu geçişin aynı zamanda hayatının dönüm noktası olduğunu..Hisleri..Onu yanıltmamıştı.Karşıdan gri bir arabanın hızla ona doğru geldiğini gördü ve gözleri karardı..Kendine geldiğinde bir hastanede olduğunu fark etti.Yanında annesi vardı,sessizce gözyaşları döküyordu.Başında hafif bir ağrı olduğunu fark etti ve kendisini fazla zorlamaması gerektiğini düşündü.Biraz dinlendikten sonra su içme gereği duydu ve bardağa uzanmak için kalkmaya çalıştı.Fakat başaramadı..Keşke içmek istemeseydi şu suyu!Gözünden sicim gibi akan yaşlar,onun için hayatın artık ne kadar çok zorlaştığının bir göstergesiydi.Dizlerinin altı ameliyatla alınmıştı;çünkü araba çok şiddetli çarpmıştı.Birkaç ay hastanede kaldı.Bu süre zarfında bacaklarının olmadığını kabullenememiş,yaşamaktan elini ayağını çekmişti.Hastaneden çıkınca ona bir tekerlekli sandalye verdiler.Artık hayatı bu tekerleklere bağlıydı.Eve gidene kadar hep boynu büküktü,çünkü dimdik duracak kadar güvenmiyordu kendine.Sanki bacaklarıyla beraber içindeki yedi sekiz yaşlarındaki çocuksu ve masum duyguları da almışlardı.Gerçi o duygular babası öldükten sonra sönmemiş miydi?Artık yaşadığı bir günün,aldığı bir nefesin bile ona ağır geldiğini düşündüğü bir günün gecesinde,bir rüya gördü.Babası,elinden tutmuş onu parka götürüyordu.Daha altı yedi yaşlarındaydı.Yolda geçen pamuk şeker satıcısından pamuk şeker aldılar.Parka doğru ilerlemeye devam ettiler.O,salıncakta sallanadursun;babası bankta oturmuş onu izliyordu.Sonra babasının bankta olmadığını gördü.Hemen o tarafa doğru koştu.Bir kitap vardı bankta babasının yerine.Adının olduğu bölüme büyük puntolarla “Umudunu Kaybetme” yazılmıştı.Kitabın sayfalarını karıştırırken uyanıverdi.O günden sonra kendine söz verdi ; “Umudumu Kaybetmeyeceğim.”..Hem babası da böyle istememiş miydi?Bunun için ona bir sevgi tohumu hediye etmişti.Bu tohumu gönlünün derinlerine ekmiş “Ona bolca su ve güneş ver.” Demeye çalışmıştı rüyasında.Böylece sevgi filizleri çiçek verecekti,o çiçekler de etrafa mis kokular saçacaktı.O da aynen böyle yaptı.O gün ilk defa dışarı çıkıp dolaşmak istedi.Kuşlar hala ötüyordu;kimi insanlar bahçelerini suluyor,kimileri banklara oturmuş ,parktaki çocuklarını izliyordu.Güneş en parlak ışıklarını yeryüzüyle paylaşırken çok cömert görünüyordu.Bir kedi ise çöpün içinde yiyecek arıyordu.Kısacası o gün herkes yaşamın akışına kendini bırakmış ,gidiyordu.O da herkesin yaptığı gibi kendini yaşamın akışına bırakmaya karar verdi.Artık bacaklarının olmadığına üzülmeyecek,tam tersi;yaşadığına ve sağlığı yerinde olduğuna şükredecekti.Oysa birkaç ay öncesine kadar böyle düşünmüyordu.Hayat artık bir başka güzeldi ; engellerin aşmak için olduğunu anlamıştı.Derken , bir top geldi tekerlekli sandalyesinin yanına.Yerden aldı ve ona doğru koşarak gelen mavi gözlü yavrucağa verdi topu.Çocuk,topu alırken yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi.Bunun üzerine iyice mutlu oldu ve yanlarından geçen pamuk şekerciden  -tıpkı rüyasındaki gibi-  pamuk şeker aldı.Çocukluğunu hatırlatmıştı ona bu gülümseme,bu yüzden seçimi pamuk şekerden yanaydı..O sırada yanlarından pamuk şekercinin geçmesi ise hayatın tatlı tesadüflerinden biri olabilirdi.Daha sonra çocuğa ; pamuk şekerin birini almasını , kalanı ise arkadaşlarına dağıtmasını istedi.Çocuk çok sevindi.Teşekkür edip koşarak arkadaşlarının yanına gitti.Küçücük şeylerden mutlu olabiliyordu çocuklar.Bu,aklına babasını getirdi.Ve elini kalbine doğru götürürken,gözündeki umut gözyaşlarıyla beraber,dudaklarından şu kelimeler döküldü:
“En zor durumda bile umudumu kaybetmemem gerektiğini bana öğrettiğin için teşekkürler babacığım!”